RÖPORTAJ: İbrahim Demirkan

03 Dec 2022 Röportajlar 487

RÖPORTAJ: İbrahim Demirkan

HAZIRLAYAN: Fatma Gülşen Koçak

 

Boğaziçi Film Festivali’nde yer alan sözde sanatçıların terör destekçisi TTB Başkanına selam durması bir kez daha sinemanın sinemadan ibaret olmadığını bizlere gösterdi. Çağımızın en etkili silahlarından birisi olan sinemanın küresel ölçekte nasıl bir amaçla kullanıldığını anlamadan bu tepkileri doğru yorumlayamayız. Aslında sinemadaki Yahudi hegemonyasının anlaşılması birçok şeyin anlaşılması olacaktır. Bizde bu sebeple sinema üzerine teorik ve pratik çalışmalar yapan Senarist Yönetmen İbrahim Demirkan ile sinema alanındaki İslam ve Müslüman düşmanlığının arka planını ve Yahudi hegemonyasını konuştuk.

 

Sinemanın insanlar üzerinde etkili olmasının sebepleri nelerdir?

 

İnsanlar bugün sinema ya da dizileri izliyorlarsa hikaye dinlemeyi sevdikleri içindir. Allah da yarattıkları kulların fıtratını bildiğini için Kur’an’da bol bol hikaye anlatır. Bizim Anadolu irfanında da vardır, köy odalarında Hayber Cengi, Kerem ile Aslı gibi kitaplar okunmuştur. Herkes masallardan ve hikâyelerden hoşlanır. Milos Forman vardır, kaç tane Oscar almış ödüllü bir yönetmen, o der ki: “Herkes masal dinlemekten hoşlanır, dünyada en iyi masal anlatan yer de Hollywood’dur.” der. O insanoğlunun fıtratında da vardır. Bunun felsefi yönleri de vardır.

 

Yahudilerin sinemada hegemonya kurmalarının gerekçeleri nelerdir?

 

Şimdi bu Yahudi meselesi önemli bir mesele. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Yahudilerden bahsedilmiştir. Yahudilerin sosyolojisini çok iyi bilmek lazım. Kuyumculuk, para, faiz işleriyle de çok uğraştıkları için bu anlamda finans dünyasında yaygın bir hegemonyaları var. Bunun sebebi de şudur: Bir çiftçilikle uğraşan ailenin 3 nesil 5 nesil tecrübe kazanması gerekir, uzun soluklu bir iştir. Ama Yahudiler oradan oraya sürüldüğü için yükte hafif pahada ağır altın, para, bunlarla hayatlarını daha çok idame ettiriyorlar, başka işler de yapıyorlar ama bu özellikleri var. Yahudilerin bu hayatları sanata da yansıyor. Kur’an’da “Yahudilerin yaptığı kötülüklerden dolayı Allah, onlara bir zillet ve meskenetin vurulduğu” söyleniyor. O zamanki yaptıkları amelin karşılığı olarak söyleniyor bu. Yoksa Kur’an’da Yahudilerin hepsi kötüdür, Hristiyanların hepsi kötüdür gibi bir toptancılık yoktur. Kur’an işin ameli boyutuyla hak edilen bir zillet olduğundan bahsediyor. Hatta bahsedilen bu zilletin Müslümanlar tarafından değil batı dünyası tarafından da çizildiğini görüyoruz. Mesela Venedik Taciri, Yahudi açgözlülüğünü anlatır. Belki de Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ten sonra en bilinen eseridir. Şimdi Venedik Taciri’ndeki Yahudi tüccar kötü adam ve bu yüzden de bu kötü adamı Müslüman biri yazmıyor. Zaten Avrupa’daki Yahudi aleyhtarlığının fazlalığını Hitler döneminde de görüyoruz, zaten orada zirveye ulaşıyor. Burada şöyle bir şey denilemez, her ne kadar Filistin’de Müslümanlarla savaşan Yahudiler olsa da aslında Yahudi imajının aleyhinde birçok filmi üreten batı olmuştur.

 

Hangi filmler var? Örnek verebilir misiniz?

 

Mesela Da Vinci’nin Şifresi, Dan Brown’un kitabı, sonra filme çekildi, Tom Hanks oynadı. Şimdi Da Vinci’nin Şifresi kitabı çıktığında da “bunu film yapalım” dendiğinde de özellikle Yahudi sermayesi ve Yahudi çevreleri bunu yapmaya çıktığında Vatikan çok rahatsız oluyor, 2003’lerde. Hemen Mel Gibson, “bu kitaba cevap vermek üzere film çekmeliyiz” diyor. Şimdi Da Vinci’nin Şifresi, Hristiyan dünyasında Yahudilerin Hristiyanlara bir saldırısı olarak algılıyor ve Mel Gibson’ın Vatikan’da da sırtını okşuyorlar ve Mel Gibson, Tutku filmini yani Hz. İsa’nın filmini çekiyor, bu kitaptan sonra. The Passion of The Christ (Hz. İsa’nın Çilesi) filmi sinemalarda en çok izlenen film oluyor. O filmde Yahudi karakterler, Hz. İsa’yı çarmıha gönderen tiplerdir. Ama şöyle ironik bir durum var, orada Yahudi hahamları “Allah birdir, İsa kendinin tanrı olduğunu söylüyor” filan diyorlar. Aslında İslam felsefesine uygun cümleler söylüyorlar.

 

Yahudilerin linçine uğramadı mı Mel Gibson?

 

Mel Gibson bir Yahudi aleyhtarı olarak epey bir linç yiyor ve ayağa kalkamıyor bir süre. Bununla ortaklık yapanlar bunu bırakıyorlar vesaire. Daha sonra kendisini toparlıyor. Ama Amerika’da white anglo-sakson denilen bir damar var, daha çok Katolik olan, Bush ve Trump’la çok daha fazla duyduğumuz, evangelist denilen ve İncil’e daha bağlı olan bir taife de var. Şimdi bu Yahudi hegemonyasının 2000’lere kadar müthiş bir hükümranlığı var Hollywood’da. Şimdi de devam ediyor ama Mel Gibson örneğinde olduğu gibi birileri dişini gösterebiliyor.

 

Müslümanların en önemli yapıtlarından olan Çağrı filmi herhangi bir engellemeye uğradı mı?

 

Ben Çağrı filminin 30. yıl DVD’sini Amerika’dan temin etmiştim. 1976 yılında tamamlandı Çağrı filmi, ben 2006 yılında edindim bu DVD’yi görüntü kalitesi çok iyidir. Türkiye’deki DVD’ler bunun yanında çamur gibi kalır. Bu DVD’nin özelliği nedir? Bu DVD bize Yahudi hegemonyasına dair bir şey öğretiyor. Biliyorsunuz DVD’lerde yönetmenin anlatımı vardır çekim ile ilgili, orada mesela Mustafa Akad, Arapça versiyonunda şöyle bir şeyden bahsediyor: “Ben bu filmi yapmaya karar verdiğimde Hollywood Yahudi hakimiyeti altındaydı. Yahudi hakimiyeti altında olduğu için işim çok zordu.” diyor. Dikkat ederseniz Çağrı filminde Peygamber Efendimiz’in Yahudilerle savaşı yok. Mesela Hendek Savaşı da önemli bir savaştır, sonrasında Yahudilerle savaştık o da yok. Çünkü Mustafa Akad, Anthony Queen’i oynamaya çağırdığı zaman Queen Yahudi sermayesinin Hollywood hakimiyetinden dolayı gelemezdi. Bu yüzden de orada diyor ki: “Ben Peygamberimizin savaşlarında Yahudilerle mücadelesine yer vermezdim.” diyor. Bedir ve Uhud Savaşlarından bahsederek olayı anlatıyor. Yani o derece, o çağın Yahudi hakimiyetinin etki ettiği bir ürün ortaya çıkıyor, çünkü yapamıyor Akad.

Akad’ı belki bıraksan, parayı versen o da belki Yahudilerle ilgili savaşı yapacaktı.

 

“Hollywood’un sahibi Yahudilerdir.” sözü boşuna söylenmemiş diyebilir miyiz?

 

Tabii Yahudilerin aleyhinde, mesela Marlon Brando’nun da bir şöhreti vardı, onun da Larry King’in sahnesinde: “Hollywood’un sahibi Yahudilerdir.” diye bir eleştirisi olduğu için onu da linç ederler. Bu yüzden sinemanın önemli isimlerini Yahudi hegemonyasından dolayı, özellikle İsrail algısının yapılmasından dolayı çok eleştiri vardı. Şimdi ben ilginç bir örnek vereyim, bizim bir sitemiz var Tercüman-ı Ahval diye. Bu sitede En İyi Kısa Film Oscar Ödülü almış olan bir film var, “Oyuncak Ülke” diye. Bu filmi Oscar aldığı sene eleştirdik, yani 2009 drama dalında Oscar aldı. “Şimdi öldürülenler Filistinli ama bu filmin konusu holocaust. Hitler’in Yahudileri katletmesini bir çocuk hikayesi üzerinden anlatıyor. Film Oscar alıyor. İşte burada da Umay diye bir Türk çocuğu oynuyor. Öldürülen, ezilen insanlar Filistinliler. Peki hala Hollywood neden bu filmlere prim veriyor? Çünkü İsrail lehine bir imaj çalışması var. Yahudilere acıyın, İsrail devletine dokunmayın. Bu film bu ödülü hak etmiyor.” diye bir eleştiride bulundum. Çok ilginç, o zaman o çocuğun annesi bir yorum yazmış: “Evet, eleştirinizde haklısınız, ben de bu filmin Oscarlık bir film olmadığını düşünüyorum.” demiş. O bile bu filmin Oscarlık bir film olmadığını, bizim eleştirimize katıldığını söylemiş. Yani bu derece insana illallah dedirten bir furya var. Bizzat filmde oynayan çocuğun annesi bile “haklısınız” diyor. Temcit pilavı gibi pişirilip pişirilip önümüze konuluyor.

 

Müslümanları kötüleyen Yahudileri masum gösteren bütün filmlerin yönetmen ve senaristleri Yahudi değil. Ama bir şekilde o hegemonyaya boyun mu eğiyorlar?

 

Bu tarz filmler gibi yüzlerce film çekildi. Bugüne kadar Yahudiler iyidir, Araplar, Müslümanlar kötüdür, teröristtir gibi bir imaj oluşturma çalışmasında mesela yönetmene baktığınızda bir Yahudi ismi görmeyebilirsiniz. Yani illa bir filmin senaristinin ya da yönetmeninin Yahudi olması gerekmiyor, bizim yerli ve yabancı yönetmenlerde ya da senaristlerde Yahudi zihniyetiyle işler yapanlar da var. Yani biz “Yahudi hegemonyası” derken Yahudilere dolaylı olarak da hizmet eden işler yapılıyor piyasada. Hollywood olsun, Avrupa olsun bizim Türk sineması da dahil olmak üzere böyle işler yapılıyor.

 

Türk Sinemasında Müslümanların kötü gösterilmesi büyük bir oyunun parçası mı?

 

Sinemamızda biliyorsunuz imam karakteri 2000’li yıllara kadar kötü gösterilmiştir. Çünkü bizim yeni kurulan cumhuriyette yakın yıllara kadar dinin yeri pek yoktu, “din yüzünden geri kaldık” zihniyeti vardı.  Bu yüzden de ben mesela bir araştırma yapmıştım, şimdi dergide yayınlandı bu “Türk Sinemasında Din Adamı İmajı” diye. Mesela Hollywood sinemasında kötü bir haham pek görmezsiniz. Mesela İsrail sinemasında çok ilginç filmler vardır. Şöyle bir film izlemiştim, bir hahamın kardeşi evde ölüyor, ölen kardeşinin eşiyle evlenmek zorunda kalıyor. Bu bizim Anadolu geleneğinde de olan bir şeydir. Bu bizde hoş karşılanmaz ama adam bunun bir Yahudi geleneği olarak filme çekiyor ve festivallerde gösteriliyor, izlediğimde bayağı şaşırmıştım. Hiç de “Allah’ın gericileri, yobazları” diye eleştirilmiyor. Mesela Woody Allen Yahudi’dir. Yahudi geleneğini eleştiren bazı sahneleri vardır. Kendi çekti filmlerde Yahudilik meselesine girer çıkar. O filmlerde bile Yahudi din adamlarına, hahamlara sempati uyandırır.

 

İmam ve hocaların olumlu gösterildiği filmler yok denecek kadar az değil mi?

 

1997’de ilk senaryo ödülümü aldığımda Osman Sınav ile tanışmaya gitmiştim, yarışmanın jürisindeydi. Ben Osman Sınav’a ilahiyatta öğrenci olduğumu söyleyince bana ilginç bir şeyden bahsetti, “Bu Türk sinemasında, Vurun Kahpeye filmi vardır, cumhuriyet ideolojisinin resmi filmi gibidir. O filmde imam kötüdür, kadını öldürtür, linç ettirir. Ben de bunun tam tersi Mustafa Kutlu’nun Kapılar Açmak hikayesinde bir kızın kasabadan kaçıp geri döndüğünde ailesi, namusu kirli diye kabul etmez. Orada imam evini açar o kıza, imam sahiplenir. Ben bunu çektim.” dedi. Antalya film festivalinde de en iyi 3. film ödülünü almıştı galiba. O filmde imam imajını tersine çevirmek istemiş. Kendi babası da imammış bu arada.

 

Dünyada papaz veya hahamın kötü gösterildiği filmler neden yok? Kilise sahneleri filmlerde nasıl bir taktikle gösteriliyor?

 

Dünyada en kalburüstü filmlere bile baktığınızda kilise sahnesi olmayan film yoktur. Papaz sahnesi birçok filmde vardır. Rıhtımlar Kıyısında filminde aslında ana kahramanı papazdır. Çünkü Marlon Brando’nun o isyanı, sendika ağalarına, kapitalizme karşı örgütlenmesi de aslında kilise adamlığı sayesindedir. Hollywood sineması kiliseyi göstermekten hiç gocunmaz. Bu anlamda Yahudi din adamlarıyla da ilgili bir problem yoktur. Mesela “Damdaki Kemancı” gibi filmlerle aslında Yahudilere çok acındırır. Ben küçükken çok izlemiştim, siyah beyaz, tek kanallı televizyonda “Damdaki Kemancı” gösterilirdi. Siz o kadar üzülürsünüz ki o Yahudilerin başlarına gelenlere ve Yahudi taraftarı olursunuz. Son dönemde, 2010’lardan sonra manzara çok karıştı. Oradan çok farklı bir manzara ortaya çıktı. Ama 2000’li yıllara kadar bir Yahudi hegemonyası sinemada bir hakim unsurdu. İslami unsurların, Müslümanların zaten çok hayat hakkı yoktu. Böylesine korkunç bir hegemonya var. Böyle bir ortamda insanlar Yahudinin ayağına basmadan iş yapmaya çalışmışlar. Ama 2000’li yıllardan sonra işin rengi değişiyor. O Mel Gibson örneğinde olduğu gibi, artık insanlar fikirlerini söylemeye, korkmamaya başlıyor.

 

Yahudi zihni ondan sonra nasıl bir taktik izliyor?

 

Tabii Yahudi’nin taktiği bitmez. İsrail’in, Siyonistlerin bugün Filistin’i yok etmek, Kudüs’ü ele geçirmek gibi bir derdi var. Bunu insanlara anlatması için, oralara bomba atması insanların nefretini körükleyeceği için bu yüzden dolayı bunu sinemayla yapıyor. Her ne kadar Filistin’de bombalı bir saldırı sürse de tüm insanlığı etkilemesinin bir yolu var, herkese savaş açacak hali yok, bunu sinemayla yapmaya çalışıyor.

 

Sinemadaki LGBT tahakkümünde nasıl bir oyun var?

 

LGBT türü filmler çoğaldığı için ne yapılıyor, örneğin Berlin Film Festivalinde, Cannes Film Festivalinde ödül alan filmler var. Orada bir film ödül almış, Yahudi bir genç, LGBT bir genç ve onun kimlik mücadelesini konu almış. Yani adamın Yahudi bir karaktere sempati besletecek her türlü malzemeyi kollanıyor. Trend değişse de bu devam ediyor. Burada adam “artık biz LGBT bireyleri yüceltelim, Yahudi edebiyatı bitti, tanrı öldü, insanlık bitti” demiyor. Mesela Roman Polanski gibi Yahudi sinemasının, Yahudi hegemonyasının ürettiği işlerde Yahudi kültüründen çok güzel beslenirler. Roman Polanski’yi dünya sinemasına armağan eden film, Rosemary’nin Bebeği’dir. Bir korku-gerilim filmidir. Ama biliyorsunuz yeni nesil onu The Pianist filminden tanır. Bir Yahudi piyanistin Polonya’da Yahudi zulmünden kurtulması anlatılır. Oscar almıştır. Şimdi Roman Polanski’yi dünya sinemasına çıkartan Rosemary’nin Bebeği filminde ana karakterler büyü yapmaktadır ve çok etkileyici bir filmdir. Ben çocukken izlemiştim, hatta 60’lı yıllarda sinema seyircisinin bile yapılmış bir film olarak şöyle bir etkileyiciliğinden bahsedilir, filmin bir sahnesinde filmin bir karakteri telefonlar konuşurken Roman Polanski demiş ki kameramana: “kamerayla hafif kapıdan kay ama konuşanı gösterme”. “Ben anlamadım, filmi öyle çektik, sinemaya gittim. Film gizemli bir film ya, o sahnede de telefonla konuşulan odanın içi görünse biraz olay çözülecek. Sinemada bir baktım, kamera hafif kaydı, seyircinin hepsi kendisini yana atıp görmek istemiş o an.” diyor Roman Polanski. Yahudi hegemonyasında Yahudi kültüründen beslenen bir yön var ama adam kendi kültüründeki sihir ve büyü işini alıp filmde kullandığı zaman onu sinemanın diliyle de iyi uyguluyor. Yani sen iyi İngilizce bilmediğin zaman İslam’ı iyi anlatamazsan, sinema dilini de iyi bilmezsen davanı ve meseleni iyi anlatamazsın. Bu adamlar bunu niye iyi yapıyor? Çünkü o işi kavramış, künhüne varmış.

 

Yahudi imajı propagandan öte sanatın imkanlarını kullanıyorlar diyebilir miyiz?

 

Şimdi biz sinemada Yahudi hegemonyası derken Yahudilerin kendi imajlarını düzelten işler yaparken öyle bodoslama yapmıyorlar, ustaca yapıyorlar. Onu sen hissetmiyorsun, hissetsen bile “adam ustaca yapmış” diyorsun. Sinemanın dâhisi Charlie Chaplin de Yahudi’dir, Hitler zamanında “Büyük Diktatör” filmini de yapıyor, o gelen tehlikeyi de hissediyor. Hani o Yahudi zekasıyla yapılan işler çok. Bunların bir kısmı insanı eğlendiren, masum şeyler olabilir ama Yahudi imajını düzeltmeye çalışan filmler de bol miktarda var.

 

Yahudiler sinemada Yahudi olmayan ama kendi amaçlarına hizmet edebilecek herkesi kullanıyor mu?

 

Batı sinemasının, mesela Warner Bross’un yöneticileri de Yahudidir. O adamlar bir şey pazarlayacağında tutup da sırf Yahudisin diye seni yazdığı hikayeye almıyor, onu kim iyi oynayacaksa ona söyletiyor. Hani Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethederken Macar topçuya topları döktürüyor ama onun kendi dindaşlarından İstanbul’u almak için döktürüyor. Yani Yahudi mantığı da böyledir. Kendisine hizmet edecek her şeyi kullanır. Tabii 2000’li yıllardan sonra işler biraz değişti. Bazı klişe hükümlerimizi tetikleyen olaylar da oluyor. Her şeyin Yahudi hükümranlığında olan bir dünya yok artık. Müslümanlar da iyi iş yaptığı zaman hakkını alabiliyor. Mesela Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’ne gidiyor, filmi yarışıyor, ödülleri alıyor. Mesela son filmi Ahlat Ağacı’nda Ebu Zer’in düşüncesinden, Maturidilikten bahseder, imam müezzin ve filmin ana karakterinin tartışma sahnesi var. Mesela Nuri Bilge Ceylan’a karşı hiç böyle bir kompleks yok. Mesela İslami camiadan biri böyle bir film yapmak istese “yok yahu vaaz sineması mı yapacaksın” derler. Halbuki Nuri Bilge Ceylan’ın kullandığı o malzemeler hayatın içinde var. Mesela bu Diriliş tarzı filmler şiddete teşvik ediyor diye eleştiriliyor, onlara da hak vermekle birlikte sinema şöyle bir şeydir, her şeyin kendi müşterisi vardır. Kimi aksiyondan hoşlanır, kimisi de daha soft şeylerden hoşlanır.

 

Yahudi zulmünü işleyen filmler yapılsa büyük çaplı platformlarda yer bulması mümkün mü sizce?

 

Yani Netflix’te falan yer bulamaz ama siz internete yapıp attığınız zaman dünyanın her yeri izliyor bunu. Bundan dolayı da internet platformunda yer bulabilir, nitelikli bir şey yaptığınızda herkes izler.

 

Eğer sinema sektöründe Müslümanlar egemen olsaydı ne değişirdi?

 

Gerçekten İslam felsefesini en iyi şekilde yansıtacak insanlar olsaydı ben toplumsal ve ahlaki çürümenin bu şekilde olmayacağını, kötülüğün bu kadar yayılmayacağını düşünüyorum.