CEMİL MERİÇ\'TEN BİZE
"Ben Paris'e gittiğimde Paris evde yoktu."
Bir haziran akşamı aktüel bir derginin sayfalarını karıştırırken rastlamıştım bu başlığa. Esprili bir yazı zannedip içeriğini okumadım. Ne gariptir ki iki yıl sonra aynı cümle, gerçek kimliğiyle ve asıl yerinde tekrar karşıma çıktı: sevgili Cemil Meriç'in "Bu Ülke" adlı eserinde. Düşündüğümden çok farklı bir hikayesi ve derin anlamıyla meğer ne de iç burkucu bir cümleymiş.
Paris, edebiyat tarihinde eşsiz bir yere sahip; pek çok duyguya ilham kaynağı olmuş, yazar ve şairlerin uğrak yeri olan bir şehir. Cemil Meriç de Paris'i, çok etkilendiği Fransız yazar Balzac'ın romanlarından tanır; görmeyi çok arzu ederek gider, Fakat şehri dünya gözüyle göremez. Çünkü elli beş yaşında miyop hastalığından ötürü görme yetisini kaybetmiştir. Paris'e ancak göz tedavisi için gidebilmiştir. Ancak maalesef orada yapılan tedavi de işe yaramaz ve Cemil Meriç sağlığına kavuşamaz. Yazgı tam olarak böyle bir şey olsa gerek!
Paris'e görme yetisi olmadan gidip gelen yazara Paris'i sorduklarında verdiği cevap uzun süre konuşulur: "Ben göremedim Paris'i. Elimde demir asa, ayaklarımda çarık, ona koştum. Paris'te yoktu Paris... Paris evde yoktu. Ben rüyamda gördüm Paris'i. Gülümsedi ve kayboldu. ‘Neden beni aramak için buralara kadar geldin?’ diye sitem etti bakışları."
Bu satırlar Cemil Meriç'in kaderini de özetliyor. Onun yaşam kesitinden hareketle, neden en çok istediğimiz şeyin bazen sınavımız olduğu ya da çok arzuladığımız bir dileğimiz gerçekleştikten sonra akabinde neden bir imtihan yaşadığımız soruları zihnimden geçti. Elbette bu durumun içerisinde bilmediğimiz sayısız hikmetleri vardı ve yaşayıp görebildiğimiz kadar anlıyorduk bu hikmetleri.
Hayat, getirileri ve bizden aldıklarıyla, sürprizlerle dolu bir yolculuk. Herkes kendi hikayesini yaşıyor bu yolculukta. Esasında hayatı anlamlı kılan, karşımıza çıkan zorluklarken, bu zorlukları anlamlı kılan da bizim takındığımız tavırlar oluyor. Elimizde irade ve önümüzde seçenekler mevcut. Dövünüp isyan etmek, çözüm için çabalamak yerine sızlanmak, kötümser yaklaşmak, sürekli umutsuzluk sergilemek birer seçenekken, diğer taraftan insanca, olgunca, inanç ve teslimiyet, sabır ve rıza gösterip dersler çıkarmayı yeğlemek de diğer seçenektir. Yaşadığımız her bir imtihan, bir öğretidir, aslında bir kazanımdır. Allah musibetleri insana eziyet etmek için vermez. Şüphesiz O, sonsuz merhametiyle zorluk vererek kullarına varlığını hatırlatır. Hem imtihan eder hem de imtihan içerisinde dahi kuluna yardım eder. İsyana düşmeden, sabır ve tevekkül içerisinde sınavımızı geçebilirsek kazanmış oluruz. Yaşadığımız zorluk da onurlu bir acıya dönüşür. Acılarsa elimizde tecrübe denilen hazineye... Yaşanılan zorluğu değil de sonunda gelen kazanımı içselleştirdiğimizde hayat yolunda mesafe kat etmiş bir feraset gücü eklenir kişiliğimize. Acıların açtığı pencereden değil de acıyla yüzleşen, mücadele dolu bir pencereden baktığımız zaman yolumuza yön verebiliriz. Bir başka deyişle insan yaşadığı acıdan özgürleşebilmelidir. Bunun için sadece kayba, travmaya ve buhrana odaklanmak kendimizi acıya zincirlememiz demektir. Bir taraftan söz konusu sınav yaşanırken diğer tarafta ruh olgunlaşıyordur. Bu yaşadığımız dönemeçler aynı zamanda hatalarımızı görmek açısından da ayna olur bize. Peki ya hayallerimiz? Bütün bu döngünün, gerçeğin soğuk yüzünün içinde bulanıklaşıyor mu?
Başka bir cümlesinde Cemil Meriç: "Sen acılarınla, utançlarınla, zilletlerinle aynısın;
rüyaların, hayallerin, dileklerinle bir başkası..." diyerek hayaller konusunda geri dursa da devreye hayatın kazanımları girince durum renk değiştiriyor. Hayallerimiz ne kadar ger-
çeklerimizle uzlaşmaz gibi gelse de hayatın neler getireceğini bilemeyiz. Allah şerdeki hayrı, hayırdaki şerri mutlaka gösterir bize. Çoğumuzun hayallerinin çok ötesinde sahip olduğu "iyi ki"leri vardır.
Cemil Meriç için gözlerini kaybetmek çok zor, çok büyük bir sınavdı. Bazı geceler kitaplara dokunarak, ben bunları okuyamıyorum diye ağlarken bulurlardı onu. Fakat ne kadar kütüphanesinde buhranla iç çekse de hayata tutunmaya devam etmeyi seçmiş ve zahiri boyuttaki karanlığına rağmen nesilleri aydınlatmıştır. İmtihan süresi onun için bir vazgeçiş değil, aksine doğum sancısı olmuştur. Öyle ki en önemli eserlerini gözlerini kaybettikten sonra kaleme almış, gerçek manada bir aydın konumuna gelmiştir.
Bitti denilen yerde başka bir biçimde yeniden başlar hayat. Allah bir kulunu muradına kavuşturmak isterken mutlaka bir bela ile sınar. Kul sabredip tevekkül ederse muradına eriştirir,
hatta o belayı sevince çevirir. Sır buradadır aslında. Velhasıl; hayatta başımıza ne gelirse gelsin, her durumda seçtiğimiz müspet yol ve mücadelemiz bizi biz yapar, hayatı anlamlı kılar. Her durumda bize verilen irade ve seçenekler vardır. Kazanıp kaybetmek bizim seçimimize ve çabamıza bağlıdır. O yüzden her durumda sağlam ve inançlı duruşumuzu elden bırakmamaktır en doğru olan. Ve unutulmamalıdır ki imtihanlardan
sonra ikramlar gelir. Sıkıntılar karanlıktır ama hiç tahmin edilemeyen göz aydınlıkları saklar arka planda.
Kulun ayağına batan dikenden Allah haberdardır, ecrini verecektir. Allah'ın muradı böyledir ve burası dünyadır. Yeter ki biz inancımızı diri tutalım. Allah hiçbirimizi zor sınavlara tabi tutmasın, vesselam...